TAKDİM
Şiirlerimi Türkiye Türkçesi'ne aktaran KARAMAN'ın, bana takdim ettiği "Sibirya Mektupları" adlı eseri bir solukta okudum. Kazak'ın, Sibirya'dan yakın dostları için göndermiş olduğu bazı dizeleri okurken, gözyaşlarıma hâkim olamadım. Bir dönemin umumi manzarasını aksettiren mektuplar, o dönemde hadsiz bir zulmün pençesinde kıvranan aydınların çekmiş oldukları ıstırapları, sıkıntıları göstermesi açısından önem arz etmektedir.
Kitaptaki feryat, sadece Dağıstan'dan kopup gelen küçük bir çığlık değildir. Rusların hüküm sürdüğü Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan vb. Türk cumhuriyetlerinde de bu feryadı misliyle görmek mümkündür. Sadece Azerbaycan'da 1937'de otuz bin aydın sürgüne gönderilmiş, bunlardan birçoğu Sibirya'da hayatını kaybetmiştir.
Bu dönemde, Azerbaycanlı olup da Türkiye ile bağlantısı olduğu için sürgün cezasına çarptırılanlar da vardır. Türkiye'de tahsilini tamamlayan yirmiye yakın piyesin yazarı, yüzlerce şiirin altında imzası bulunan Hüseyin Cavit bunlardan birisidir. Türkiye'de öğrenim gördüğü için Sovyet hükümeti tarafından takip edilen Cavit, rejim tarafından tehlikeli görülerek tutuklanır, Sibirya'ya gönderilir. Orada zor şartlar altında yaşam mücadelesi veren şair, sürgünde hayatını kaybeder.
Bunun yanında, istiklal marşımızın müellifi Ahmet Cevat; çok genç yaşına rağmen çok güzel eserler vücuda getiren Mikail Müşfik; Türk milletinin, Türk halkının eski tarihini yazan Yusuf Vezir ve Hacı Kerim Sanılı gibi Azerbaycan'ın yetiştirmiş olduğu aydınlar o dönemde rejime zararı dokunacağı korkusuyla birer birer ortadan kaldırılmıştır.
Bu dönemde, Türklerin bulunduğu coğrafya, bütün olarak göz önünde bulundurulduğunda bu felaketin şiddetinin hangi boyutta olduğunu derk etmek daha kolay olur. Özellikle aydınların maruz kaldığı sindirme politikası, Türk toplumunun benliğine, inanışlarına yönelik bir tehdit niteliğindedir. Toplumun kalburüstü diye nitelendirdiğimiz kesimi sistem tarafından planlı olarak dramatik bir şekilde ortadan kaldırıldıktan sonra, sözü edilen yönetim bu memleketlerde rahatça sistemini yerleştireceği ortamı da bulmuş olur.
Milletini seven, milleti için her türlü fedakârlığa hazır olan sözü edilen baskılara maruz kalan Türk soylu şairlerden birisi de Yırçı Kazak'tır. Mektuplarından da anlaşılacağı gibi diğer soydaşları için hazırlanan sürgün fermanı onun için de imzalanır. Bin bir türlü işkence, diğer aydınlara olduğu gibi, ona da uygulanır. Bu zulmün yankılarını onun mektuplarında görmek mümkündür:
Size dinden uzaklaştık diye ağlarım, El bilsin diye yazdık, deyip ağlarım, Acılar içinde yüzdük deyip ağlarım, Can ağalar siz dua edin. Derinlere düştük, battık çıkmamak üzere, Yad ellere gidip dönmemek üzere, Ölsek ana baba yüzümüz görmez, Can ağalar siz dua edin.
Bu mısralardan da anlaşılacağı gibi vatanından zorla götürülen bu insanlara, her türlü işkence reva görülür. Birçok aydın ülkesinden zorla çıkartıldıktan sonra, yakınları kendilerinden bir daha haber alamaz. Bunlardan bir kısmı da bir dönemde serbest bırakılmış, ülkelerine dönmelerine izin verilmiştir. Sürgüne gönderile insanların orada çok zor şartlar altında bulundukları, eserlerinden anlaşılmaktadır. Bunu, Yırçı Kazak'ın yakınlarına gönderdiği mektupta da görmekteyiz:
En son vakit ben size söylerim, Hasret kuşları Ashar dağına konsun deyip, O Asharın yamaçları şenlensin. Güzel kuşlar, gün gibi, ay gibi olsun deyip, Asharın yamaçlarında otlar yeşersin. Dost ve kardeşe, eller toplanıp, “Elham okuyup” hayırlısı olsun desinler.
Şairin çaresizliği, bu mısralardan anlaşılmaktadır. Kazak, Sibirya'da, diğer insanların başına gelenleri gördüğü için, er ya da geç, kendisinin de bir gün kör bir kurşunla hayatının sona ereceğini vurgulamaktadır. Kendilerinden haber alamadığımız, hangi şartlar altında yaşadıkları ve nasıl öldüklerini bilemediğimiz binlerce insan düşünüldüğünde bu olayın vahşetini daha iyi anlayabiliriz. Bu eseri hazırlayıp Türk okuyucuna sunduğu için, KARAMAN'a teşekkür ediyorum. Anadolu'daki kardeşlerimizin eseri dikkatli bir şekilde okuyup iki yüz yıldır bu coğrafyada, Rusların hükümranlığı altında yaşayan soydaşlarının, hangi şartlarda yaşadıklarını görmelerini arzu ediyorum.
Bahtiyar Vahabzade
Bakü-2005