II. II KAZAK'IN MEKTUPLARININ MAHİYETİ
Yırçı Kazak, Kumuk edebiyatının kurucusudur. Ondan önce edebi mahsuller halk arasında sözlü olarak söylenirdi. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Yırçı Kazak'ın şiirlerinin yazıya geçirilmesiyle birlikte, yazılı Kumuk edebiyatının temelleri de atılmış olur. Bu dilde düşüncelerini edebi bir şekilde ifade eden şair, halkın beğenisini kazanır. Şairin düşüncelerini ifade etmedeki ustalığı, ona Kumuk edebiyatının kurucusu olma sıfatını kazandırmıştır.
Şairin eserleri, daha hayattayken ağızdan ağza dolaşmaya başlar, halk onun şiirlerini çok sever. Kazak, mısralarında bir taraftan sıkıntılar içinde yaşayan yoksul halkı anlatırken; diğer taraftan da, her türlü konfor içerisinde yaşayan, halkı sömüren, halkın sesine kulak vermeyen yerli Prensleri eleştirir. Halk, onun eserlerinde kendisini bulur. Şair, dönemindeki olumsuzlukları çok iyi görür, idarecilerle halk arasındaki uçurumları şiirlerinde dile getirir.✻ Yırçı Kazak, yeni Kumuk edebiyatının gelişmesinde çok büyük rol oynar. Hem on dokuzuncu asırda hem de günümüzde yaşayan Kumuk şairler, onun şiirlerinden etkilenmiştir. Onun akıcı dili, musikili şiiri, cezbedici nazmı Kumuk dilinde her zaman tazeliğini korumuştur.✻
Kazak'ın haykırışı, zulme baş kaldıran, yapılan haksızlıkları içine sindiremeyen insanların mücadelesinden doğan tepkilerdir. Sanatı ise, ezilen dağlı fakirlerin şarkısıdır.
Kazak, yüzyıllar boyu süregelen nazmını kurdu. Şairin; Dağıstan halkının kültürünü, hayat anlayışını, acımasız öfkeli beylerini, ezilen köle durumundaki halkını, yaşadığı dönemdeki çarpıklıkları anlatan eserleri nesilden nesile aktarılmaktadır. Onun şiirleriyle on dokuzuncu yüzyılda yaşayan Kumukların düşünceleri, hisleri, hayalleri, hayat mücadeleleri, umutları ve üzüntüleri günümüze kadar taşınmıştır.✻
Araştırmacılar, şairin hayatını ve eserlerini üç bölümde ele alırlar:
a) Sibirya'ya gönderilmeden önceki hayatı ve eserleri,
b) Sürgün sırasında Sibirya'daki hayatı ve söylediği şiirler,
c) Sibirya'dan döndükten sonraki hayatı ve şiirleri.✻
Biz bu çalışmamızda, şairin sanatının ve hayatının, ikinci dönemi olan, sürgün sırasında Sibirya'dan dostlarına göndermiş olduğu mektupları ele aldık.
Kazak'ın, zikredilen dönemde yazdığı şiirler, sürgüne gönderilmesinden vatanına dönünceye kadar, yakınlarına yazdığı manzum mektuplardan oluşmaktadır. Bu mektuplar, şairin cezasını çekmek üzere(!) gönderildiği Sibirya'daki haletiruhiyesini ortaya koyması açısından önem arz etmektedir. Şair, sözü edilen zaman dilimi içerisinde, mektuplarından da anlaşılacağı gibi çok sıkıntı çekmiştir. Kazak'ın, çekmiş olduğu acıların şiddetini bu mektuplarda görmek mümkündür. O, mektuplarında sürgüne gitmek üzere yola çıkışlarını, yolda şâhit oldukları olayları, görmüş oldukları manzaraları, Sibirya'ya götüren görevlilerin kendilerine yapmış olduğu hakaretleri, Sibirya'da maruz kaldığı işkenceleri, vatanına ve milletine duymuş olduğu özlemini, dostlarını asla unutmadığını, unutamadığını, ülkesine döneceği günlerin hayaliyle yaşadığını etkili bir şekilde dile getirmiştir.
Kazak, Sibirya'da kendisi gibi çeşitli ülkelerden sürgüne gelen insanlarla görüşme imkanı elde eder, onlarla fikir teâtisinde bulunur. Şair için Sibirya, işkencelerin yanında onun yetişmesinde mektep olur. O, bu dönemde en güzel şiirlerini kaleme alır. Araştırmacılar, Kazak'ın sürgün sırasında sanatında doruk noktaya çıktığını belirtirler.
Kazak, milletini çok sevmektedir. Vatanından binlerce uzakta ülkesi için gözyaşı dökmekte; ülkesinde, beylerin, efendilerin köleye döndürüldüklerini haykırmaktadır. Bu haliyle şair, Sibirya'da yaralı bir aslanı andırır. Sibirya şartlarında bile ülkesinin kurtulması için fikir yürütür, milletinin dertleriyle dertlenir.
Yırçı Kazak'ı cezalandırmak için fırsat kollayan Ebu Müslim Han Şamhal, aradığı bu fırsatı şairin, saraydan bir cariye kaçırmada arkadaşı Atabey'e yardım etmesiyle yakalar. Kazak, Ebu Müslim Han Şamhal'ın gözünde affedilmez suçludur. O, cezasını Sibirya'da çekmelidir. Öyle de olmuştur. Ebu Müslim ölünceye kadar Kazak, Sibirya'da çilesini doldurmuştur. Şair, sürgün sebebinin cariye olmadığını çok iyi bilmektedir. Bu durumu "İş Allah'tan sebep oldu karavaş" dizesiyle dile getirirken kendisine Sibirya yollarının gösterilmesinin gerçek sebebinin ne olduğunu îma etmektedir.✻
Kazak'ın çileli sürgünü, onun bir şiirinden de anlaşılacağı gibi, Dağıstan'da yaşanılan güzel bir sonbahar gününde başlar. Şair, o günü şu dizelerle anlatır:
Gittiğimizde güzün parıltılı, güzel günlerindendi. Bir cariye ile birlikte gönderilmiştik. Altıncı Artuluh Dağ'dan geçip, Yedinci Çaçan Dağ'a ulaşınca, Vardığımız yer Aktaşavuhtu, Az olan mısır ekmeğimiz de bitince, Tanrı'nın emri de ulaştıktan sonra, Döndüğümüzde kar kalkmamış yaz idi.
Annesini, babasını, sevdiklerini ve vatanını terk etmek zorunda kalması, ona çok dokunmuştur. Sonu belli olmayan, zor şartlar altında geçen bu yolculuğu şair şu mısralarda dile getirir:
Tanrıdan deli düşümü yüceltip, Dünyamızı duman bastı bulut gibi. Dumanlar basıp, dert yutup, Kaygılar koptu birden Kazak'a.
Sibirya yollarında yazdığı “Ne bileyim, yüz türlü hilesi var hanların” şiirinde arkadaşı Atabey'le birlikte yolda çekmiş oldukları sıkıntıları anlatır:
Hesabı yok! Yürüdüğümüz yolların, Başımızdan geçen çetin hallerin. Düz meydanları eğri edip gösteren, Nerden bileyim, yüz türlü hilesi var hanların.
Şairi, Ruslara bağlayıp teslim eden idareci de Kazak gibi Kumuk Türklerindendir. Kazak, Kumuk Prensin kendisin bunu yapmasını kabullenemez. O, kuzu gibi tutulup düşmana teslim etmenin çözüm olmadığını vurgularken, kendisine Sibirya'da reva görülen işkencelerin şiddetini mektuplarında dostlarına anlatır:
Kuzu gibi tutup vermek yol muydu? Gazaba gelen it gâvurun eline. Kazan gibi içimizi kaynatıp, Katıksız kara peksimet çiğnetip, At gibi arabaya koşup, Dünyanın türlü azabını çektirip En sonunda bağlayıp gönderdin, En azılı gâvurun Sibirya denen yoluna.
Kazak, sürgüne gönderilirken yol boyunca hissiyatını şiirlerinde dile getirir. Başından geçen olayları yakınlarına yazar. Bu sıkıntılar, şairin mısralarından da anlaşılacağı gibi, insan takatinin üzerindedir. Kendisine yapılanlar, ona öyle dokunur ki, başına gelenleri düşündüğünde gözlerinden kanlı yaşlar gelmesini engelleyemez. Bununla birlikte şair, bu soğuk illerden kurtulup vatanına dönme ümidiyle yaşar. O, bir gün bu özleminin gerçekleşebileceğini düşünür. Bir taraftan dostlarına vatanına dönmesi için dua etmelerini söylerken, diğer taraftan da Yaratıcı'nın kendisine acıyıp rahmet etmesini ister. O isterse, Arap atın kendisini yolda koymayıp bir gün sılaya ulaştırabileceğini söyler:
İç çektiğinde mavi ela gözden kan gelir. Ah, dediğimizde arka kemiğimiz eğilir. Beller kırılmış, güneş batmış, Ah, demekle şimdi ele ne gelir? Ahlarla, inlemeyle, sızlamayla geçer günümüz. Yaradanım bize rahmet gönder. Yaradanım senden olsun merhamet Sen geçirsen yolda koymaz Arap at. Arap at gibi kullarına güç verip, Âşıkları selamete sen ulaştırdın.
Genç yaşta şiirler söylemeye başlayan Kazak, zamanla eserlerinde halkın içinde bulunduğu sıkıntılı durumu dile getirmeye başlar; halkın içinden çıkıp halkla bir olmasını başaran şair, kısa bir süre sonra insanların gönlünde taht kurar. Halk, onu çok sever, onun şiirlerinde kendisini bulur. Şamhalların, Kazak'ı saraylarına davet edip, kendilerini eleştirmekten vazgeçmesini istemeleri sonuç vermez. Bunu kabul etmesi durumunda, idarenin, kendisine her türlü kolaylığı sağlayacağı yönünde söz vermeleri; Kazak'ın bu tekliflere aldırmaması, milletinin gören gözü, konuşan dili olmaya devam etmesi, onu halkın nezdinde müstesna bir yere getirir. Halkın gözünde saygınlık kazanan Kazak'ın, sevdiği insanlardan ayrılması hiç de kolay olmaz. Bundan dolayıdır ki sonu belli olmayan bu yollar, şairi yer yer ağlatır; gözüne günler karanlık, dumanlı gözükür; onun çaresizliği, uçmak isteyen; fakat kanatları kırılıp bir yere çakılıp kalan, uçmaya çalışan bir kuşa benzemektedir. Kazak, çekmiş olduğu sıkıntıları dostlarına bir bir anlatırken, diğer taraftan da yakınlarının kendisini hoş görmesini ister. Durumunun şikâyet edecek kadar ciddi olduğunu vurgular. "Halinden şikayet ediyor diye ayıplanmaz." mısrasıyla içinde bulunduğu sıkıntıların çekilmez olduğuna dikkat çeker:✻
Sıkıntılı günlerde dert yanmasak ellere Ellere yanmayalım da kime yanalım? Burmalı bağ ağır gelir ayaklara. Ayaklarımızı burmalı bağ sarmış, Adım atsak baş vurulur kasıklara. Şikayet ediyor diye ayıplanmaz. Kuzeyde güneş ışık vermez köylere. Kuzeyimizden güneş çıkmaz tepeden. Ateş etmekle silah işlemez yelekten. Hay, dediğimizde Burak at ele gelmezse.
Kazak'ın mektuplarından da anlaşılacağı gibi, o sürgündeyken anne ve babası hayattadır. Oğlunun mektuplarını alan; fakat Arap alfabesiyle yazılmış olan bu satırları okuyamayan Tatarhan, mektupları okutmak için o dönemde medresede ders veren Akay'a getirir. İhtiyar baba, Akay'ın ağzından oğlunun satırlarını, birkaç kez okutarak, can kulağıyla dinler. Yaşlı anne ve babasını geride bırakıp onlara ihtiyarlığında sıkıntı çektirmek istemeyen şair, şu dizelerde onlara olan hissiyatını dile getirir:
Anne babanı altmışında geride bırakıp, Yetmişinde kaygı ile kocaltıp, Koca dünyada göreceği günü yarım edip, Bizim gibi giden nerede, kaç kişi var? Kaprisli diye ad koydu Rus, Ağaçların çürük kurusu, Taşıyamaz ağır gelir yükümüz.
Anne ve babasını unutmayan vefalı Kazak, dostlarını da unutmamıştır. "Selam Kağız" adlı şiirinde dostlarını tek tek anar, sonunda da içinde bulunduğu zor durumdan kurtulabilmesi kendisine dua etmelerini ister:
Bizden selam olsun Hacı Mamak'a, Can İnsaphanum'a, Kuytul Kamav'a, Müezzin bunun hepsini oku cumada. Can ağalar siz dua edin. Selam olsun Buday'a, Boragan'a, Okuyana şu Türk'e bakana, Can ağalar siz dua edin. Bizden selam olsun küllü ümmete Haşim'e, Murat'a, Hasa Bammat'a,
Anne babasını ve dostlarını mektuplarında zikreden şair, sevgilisine de dizelerinde selam gönderir, ona mısralarında kaygılarına ortak olmadığı için sitem eder:
Dağıstanlı Tatar Oğlu Kazak'tan, Reyhanat'a buruk selam uzaktan. Sevgilim niçin kaygılarımı gelip almadın? Tilki gibi düştüğümde demir tuzağa. Demir tuzak düştü benim ayaklarıma Ulaşamadım öz yurduma. Sevgilim benim kaygımı çekmez deyip, Bin defa dönüp bakarak gittim arkama.
Dostlarından binlerce kilometre uzakta çilesini dolduran şair, gördüklerini, çekmiş olduğu sıkıntıları yakınlarına yazar. Sibirya'da, gözyaşlarını tutamayıp, kendisi ağlatan sebepleri sıralayan Kazak, içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmanın yolunu mektuplarında sık sık tekrarladığı dostlarının duasında arar:
Size dinimiz zayıfladı diye ağlarım, El bilsin diye yazdık deyip ağlarım, Can ağalar siz dua edin. Asker cepkeni giydik diye ağlarım, Siyah peksimet yedik diye ağlarım, Çorbasına doyduk deyip ağlarım, Can ağalar siz dua edin. Su dökülüp sönmüş gibi olduk deyip ağlarım, Din düşmanlarına döndük deyip ağlarım, Geri dönmez ata bindik deyip ağlarım, Can ağalar siz dua edin. Din düşmanları kandı deyip ağlarım, Boynumuza bindi deyip ağlarım.
Kendisini sürgüne gönderen Şamhal'ın adaletsiz olduğunu, güçlülere göz yumup kendisi gibi zayıflara zulüm ettiğini:
Güçlülere geç deyip bizim gibiler vardıktan sonra, Görenlere bağlayıp vermek, çare midir? Yüce İskender aslan beyim han beyim!
Dizeleriyle anlatır.
Kazak'ın mektupları, arkadaşının ve kendisinin çekmiş olduğu sıkıntıları günümüze taşıması yanında; bir dönemde sürgüne çarptırılan insanların hangi şartlar altında ölüm kalım mücadelesi verdiklerini de gözler önüne sermektedir. Bu insanların bir kısmı yollarda sorgusuz sualsiz bir şekilde başındaki askerler tarafından öldürülürken, diğerleri de sonu belli olmayan bir yolculuğun vermiş olduğu elemle hayatlarını devam ettirirler. Bu yolculuğun bilinmeyen bir anında mahkumlar her an için ölümle karşılaşabilirler. Nitekim Kazak'ın, bir mektubundan da anlaşılacağı gibi, birçok yiğit daha gönderildikleri menzile varmadan Miniski yakınlarında esrarlı bir şekilde ortadan kaldırılır:
Neşe yok, dertten yürekler dolmuş, Yürekler dolmuş, kömür gibi dert olmuş. Gezip safa süreceğimiz günler geçti eyvah! Güzel günler yel gibi gelip geçtikten, Çekeceklerimiz geldikten sonra başımıza, İş Allah'tan sebep cariye. Karanlıklar kopmuş, ışık yok. Kazakların eğlenip yatacağı bağ da yok. Bahadırlarla birlikte Kazak, Bağlanıp düşmüşüz tuzağa. Tazılayın kolay tutulacak av da yok. Miniski'den biraz ileri geçince, Moskova'ya bin kilometre kaldığında, Mikevlev'de askerin cezası şiddetlendiğinde, Kazakların ortada ölüsü de yok, dirisi de…
Şair, yol boyunca başlarına gelen dayanılmaz işkenceleri, mısralarına taşıması yanında, yolda şahit olduklarını da mektuplarına almıştır. Bir mektubunda yolda gördüklerini şu mısralarla anlatır:
Bu gavurların akıldan çıkmayacak işleri de var. Sokakların iki yanına söğüt dikip, Çamdan tahta çıkarıp kale deyip, Çamdan yapılmış kare tahtaya, Yüz çizip, kaş çekip, el, göz yapıp Din düşmanları Allah deyip tapınırlar.
Yırçı Kazak'ın, hiçbir mektubu elimizde olmasa, Sibirya'ya götürülürken iki büklüm olarak bağlanmış halini tasvir eden, didarlar tizge, tiz gözge, "yüzler dize, diz göze" dizesi olsa, onun hangi şartlarda Dağıstan'dan Sibirya'ya götürüldüğünü, kensinie reva görülen işkencelerin şiddetini anlamak mümkün olurdu. Bu mektubunda başında dönen belaları bir bir anlatırken, genç yaşında güzel günlerin elden çıktığını, kara günlerin kendisini amansız yakaladığını, bu şartlarda ömrünü sürdürmesinin çok zor olduğunu dile getirir:
Yüzler dize, diz göze, Yasaklanmış yıllar ulaşmaz bin yüze. Aylar, yıllar, haftalar, sonra dumanlı günler, Elden çıkıp gitti has günler. Has günler alkışlandı şarkılarla, Işık verip çoğaldı nurla. Ömrümüz geçer mi böyle?
Mektuplarında şair, içini dostlarına döker, onlarla hasbıha eder, acılarını onlarla paylaşır. Onun için tek teselli kaynağı yakınlarıdır. Şikâyetlerini dostlarından başka kimseye anlatamayacağını söyler:
Sıkıntılı günlerde dert yanmasak ellere, Ellere yanmayalım da kime yanalım, Burmalı bağ ağır gelir ayaklara. Ayaklarımızı burmalı bağ sarmış, Adım atsak baş vurulur kasıklara. Şikayet ediyor diye ayıplamak doğru olmaz, Kuzeyde güneş ışık vermez köylere.
Genç şairin sürgün sırasında başında dönen belaların sınırı yoktur. O, bazen derin sulardan geçer, bazen agular çiğner. Bu yüzdendir ki, ağaran yüzü kendisine bir türlü gelmez. Bütün bu sıkıntıların vermiş olduğu elemlerden kurtulmak için o bazen hayallerini süsleyen Ashar dağdan medet umar. Ashar dağının tepesinden yüzüne ışık verecek ayın doğmasını bekler:
Ağalara ışık verip giden Ashar dağdan ay doğmaz mı öfkeli? Ashar dağ'a, asillere yapmaz mı? Asillerin eski derdi bitmez mi? Asil hanlar ay gibi yüzünü parlatıp, Güneşler gibi gülüp de sözünü söylemez mi? Gürleyen gökler gibi coşkulu, Coşkun mavi atlar gibi yürüyüşlüm. Merhamet edip de söylediği sözden dönmez mi? Ay Ashar dağ, bir senin için yapalım, Ay sıkıntıda, güneş sönük, ışık vermez ağlayalım.
Kazak'ı, çekmiş olduğu sıkıntılar yer yer ağlatır. Onun güzel günleri dostlarından yüzlerce kilometre uzakta ahlarla, inlemelerle geçer. Bu işkencelerin vermiş olduğu sıkıntılar, şairin mısralarında bir bir karşımıza çıkar:
Su dökülüp sönmüş gibi olduk deyip ağlarım, Din düşmanlarına döndük deyip ağlarım, Geri dönmez ata bindik deyip ağlarım, Can ağalar siz dua edin.
Bunlara rağmen Kazak, yurduna döneceği günlerin ümidiyle yaşar. Yurduna döneceği günlerin hayali, zor şartlar altında yaşamaya çalışan şaire can verir. Onun, ümitle korku arasında gidip gelen hayalleri, bazı mısralarında ışığı sönmekte olan zayıf bir mumu andırır. Bu mum bazen sönecek gibi olur, bazen kuvvetlenir parlar; ama hiçbir zaman ışığını kaybetmez. O bazı dizelerinde coşar, düşmanlarının kanını içerken, bazı mısralarında yurduna dönmesini Azrail'in gelip canını almasına bağlar. Ne zaman Azrail gelir, canını alırsa, o zaman vatanına dönebileceğini şu mısralarda dile getirir:
Azrail can alınca gidelim, Azizlere aksayarak ulaşalım. Ahsayların altı da Anadol, O metruk yerden de nasıl geçelim. Terkanası da ıssız derin su, Fırlayıp atılmakla da olmaz ne yapalım. Bunu yapmaya güç de yok, çare de. Ah demekle artmaz yardımlar, Sararmış yüzler, sanki dertler binlerce.
Fakir şair, gençken düğünlerde şarkı söyler, ailesinin geçimine katkıda bulunur. Bu dönemde her şey onun için ayrı bir güzeldir. Vatanını över, sevgilisine besteler yapar, aşkından bahseder. Ne zaman ki, Ebu Müslim Han Şamhal, Ruslarla bir olup, halkın üzerine gelmeye, onlara zulüm etmeye başlar. O dönemde, Kazak'ın mısralarında işlenen tema da değişmeye başlar. Kazak, mısralarında Ebu Müslim Han Şamhal'ı karşısına alır. Bu mücadele Kazak'ın ölümüne kadar sürer. Kazak, milletine yapılan zulümlere göz yumamaz. Bunların yanında kendi halkından birisinin şairi tutup Ruslara teslim etmesine de tahammül edemez. O, kendisine, "Hanımız bizi bağlayıp sarı Rus'a teslim ettikten sonra, bize kim sahip çıkar?" diye sorar. Bir mektubunda bu durumu Ebu Müslim'e yakıştıramadığını şöyle anlatır:
Sarı yağ gibi eriyip gider bedenimiz, Sarı Rus'a bağlayıp da vermiş hanımız. Hanımız bizi bağlayıp verdikten sonra, Şimdi bizim yardımcımız kim olur?
Şairin, sürgünden kurtulabilmesi için önünde iki seçenek vardır. Birincisi; kalkıp karşısındakilerle mücadele etmek, silahsız bir şekilde böyle bir şey yapmanın ölüm olduğunu kendisi ifade eder. Diğer seçenek ise kaçmaktır. Bu da onun için hiç kolay değildir. Ağaçlardan ırmaklara, ırmaklardan dağlara kadar, adeta her şey, şairin aleyhinde sözbirliği etmişçesine, karşısında durmaktadır. Adadol (Don nehri) Kazak'a hiç acımaz, onun inadına daha gür akar. Terkanası hiç az değildir Don nehrinden. Şairin gözünde Ashar dağı daha bir başka yükselmiştir. Şairi, Anadolu'- dan, Ashar dağından Argumak atı geçiremediği gibi, kuş kanatlı atlar da onu sevdiklerine yetiştirmede çaresiz kalmıştır:
Kaçalım desek, girmeye koru yok. Gizlenmeye çukurları söğütsüz ormansız. Ormanı cılız, çukurları dolmuş köyden. Baş sokmaya çalısı yok gâvurdan. Bu gâvurun köyü çok, kırı az. Velhasıl kaçmak abes, ölmek farz. Yaka paça olup ölelim desek silah yok. Silahsız şakalaşsan işin b.. Dost kardeşe yazıktır, kırılmasa. Bizim gibi nasipsizlere yol da yok. Kuşkanatlı atlara binip kaçsak da, Kurtulmamak üzere düştük demir tuzağa.
Bu sıkıntılara rağmen Kazak ümidini yitirmemiştir. Canı sağ olursa yâd ellerden, bir gün vatanına dönebileceğini, düşmanlarının kanını döküp eşine ve dostlarına kavuşabileceğini söyler:
Uzaklardan göçeriz, O gâvurun koyununu keser, Azığa beyaz etini kızartıp, Susayınca yatıp kanını içeriz.
Kumukların başında bulunan Ebu Müslim Han Şamhal'la, Yırçı Kazak'ın yıldızları bir türlü barışmaz. Kazak'ın, milletiyle ve diğer Kumuk prenslerle herhangi bir sıkıntısı yoktur. Kazak, Ebu Müslim Han Şamhal'dan sonra Kumukların başına geçen Muhammet Han'a bir mektubunda seslenerek kendisine sahip çıkmasını ister. Milleti ve vatanı için elinden gelen her şeyi yapacağını, gerekirse bu uğurda canını bile verebileceğini söyler:
Muhammet Han, buyruk senden kan benden, Bileli kılıç senden kan benden. Aslan beyim, asil elmas han beyim, Bir acısan bize kopan ah için, Uzaklarda bizi dinsiz öldürme. Ebu Müslim Şamhal Ulu(!) şah için.
Kazak, yapılan bütün işkencelere rağmen onurunu kaybetmemiştir. O, milletini canından aziz tutar. Şair, başına gelen belaları kimseye boyun eğmeden tamamladığını, bütün bunları da Türk'ün şanı için yaptığını ve bunda da muvaffak olduğunu haykırır:
Can ağalar candan dilek can için, Dost kardeşe biraz yardım için sahip çıkmak için, Kazak tamam kıldı Türk'ün şanı için. Can ağalar siz dua edin.
Şair, dostlarına yolda başına gelenleri, hayattan beklentilerini, hayallerini, vatanına olan özlemini, çekmiş olduğu sıkıntıları etkili bir dille anlattıktan sonra, başına gelebilecek en son ihtimali de düşünerek dostlarından kendisi için yapması gerekenleri bir bir sıralar; sonunda takdir edilen acı sonun gelmesi halinde, yakınlarının üzülmemesini, dostlarının, kendi ifadesiyle "elham okuyup" hayırlısı olsun demelerini ister:
En son vakit ben size söylerim, Hasret kuşları Ashar dağına konsun deyip, O Asharın yamaçları şenlensin. Güzel kuşlar gün gibi, ay gibi olsun deyip, Asharın yamaçlarında otlar yeşersin. Dost ve kardeşe, eller toplanıp, “Elham okuyup” hayırlısı olsun desinler.
Çok genç yaşlarda sürgüne gönderilen Kazak, kendisine verilen üç yıllık cezayı Sibirya'da doldurur. Sürgün sırasında kaleme aldığı mektuplar, bir dönemde bu coğrafyadaki insanların çekmiş olduğu sıkıntıları gösteren yazılı belgelerdir. Bu tarihi belgeler yazıldığı dönemdeki Kumuk Türkçesi'nin dil özelliklerini göstermesi yanında, bir dönemde, Dağıstan'da yaşanılan siyasi olaylara da ışık tutmaktadır. Bununla birlikte mektuplar, tarihi bir şahsiyetin, Yırçı Kazak'ın, vatanından ayrılıp tekrar Dağıstan'a dönünceye kadar başından geçen olayları anlatması yönüyle de önem arz etmektedir.